TÜRKİYE’NİN (OLMAYAN) GELECEĞİ: SEÇKİN LİSELER

İnsanın bir olguyu eleştirmeye enerji harcaması için iki koşulun var olması gerekir. Birincisi, eleştirilen özneye ilişkin ciddi bir sevgi ve kaygı ve ikincisi, o anki durumun değişeceğine ilişkin ciddi bir inanç ve umut hissedilmelidir. Biricik okulum Kabataş Erkek Lisesi’nden uzun süreli uzaklaşacağım vakit yaklaştıkça bu yazıyı yazmak için içimde daha büyük bir ihtiyaç duyuyorum. Türkiye’nin geleceğini, eğitim-öğretim sisteminin kaymak tabakasını oluşturan liselerdeki öğrencilere baktığımda pek elim ve vahim bir durumda görüyorum. Pek tabii bu sübjektif yargılarım, en çok gözlemleyebilme fırsatını bulduğum İstanbul’daki birtakım elit liseye ilişkin mülahazadan kaynaklanıyor.

Bu liselerde sadece, sınav sistemi ne şekilde olursa olsun, g faktörü ve çalışkanlık konusunda çok seçkin bir kitleye giren öğrenciler okuma fırsatı yakalayabiliyor. Bu öğrenciler, akranlarına göre daha yüksek zekalarıyla, pek çoğu sosyal ilişkideki sebep-sonuç ilişkilerini de daha doğru okuyabiliyorlar. En önemlisi de okullarındaki genel eğitim ve öğretmen kalitesine bakılmaksızın kendi kariyerlerine ilişkin kendileri çalışmaya mütekabil insanlar olarak mezun oluyorlar. Bu özellikleriyle, bu liselerde okumuş olanlar Türkiye’nin ve dünyanın üst seviye yöneticileri, iş insanları, diplomatları, ekonomistleri, teknokratları, tabipleri, hakimleri, savcıları, mühendisleri ve sair yüksek kademelerin postnişinleri olarak görev alıyorlar. Buraya kadar her şey açık ve aydınlık.e

Fakat, bu seçkin insanların pek çoğunda ciddi bir maneviyat eksikliği gözüme çarpıyor. Bahsettiğim maneviyat, Milli Eğitim’deki “radikal muhafazakar” ve “amirane ilerici” grupların biz öğrencilere empoze etmek için bin bir çabaya giriştiği değerlerden çok farklı. Ben, evrenselleşmiş aydınlanma değerlerden söz ediyorum: bireysel otonomi, vücut dokunulmazlığı, ifade hürriyeti, fırsat ve cinsiyet eşitliği gibi şiddetsizlik ilkelerinden. En temel, yaşamak ve yeşermek için zorunlu bir takım serbestiyet ve dokunulmazlık bile bu parlak öğrenciler tarafından içselleştirilmiyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi ruhu ve temelinde özgürlük ve insancıllık olan yazıtların ve kanuni çıktılarının esamesi bu kurumların sınırlarında okunmamakta. Bu düşünce yapısını sindirememiş insanların kariyerlerinin açık olması ise toplum için değil bir yarar, aksine muhtemel zarar teşkil ediyor.

Ayrıca, köklü liselerin öğrencileri kendilerini arama yolculuğunda çok savruluyor. “Ortamcılık”, yani bir nevi sosyal uyum amacıyla yapılan prensipsizlikler bu müstesna arkadaş çevrelerinde bile çok yaygın. Pek çok insan bu ortamlarda alkol, sigara gibi ürünleri tüketirken moderasyonu sağlayamıyor ve kendi sınırlarını koruyamıyor. Dikkatini toparlama konusunda gerekli çabayı sarf etmeyi tercih etmeyen ve kolaycılığa alıştırılan öğrenciler potansiyellerinden uzaklaşmak durumunda kalıyor. Ek olarak, aileleri ve toplulukları ile olan bağlarını teleolojik bir bağlamda ele almaktan münezzehler. Elbette bu durumların tek sorumlusu onlar değiller. Sistematik ve asistematik pek çok etken en dirayetli şahsiyetlere bile zarar veriyor. Sonunda, üniversite sınavı döneminde kişilikleri yerine nispeten oturmuş öğrenciler profesyonel hedeflerini tutturmakta muvaffak oluyorlar. Fakat, bütünüyle bakıldığında bu toprakların elinde harcanmış bir Türk gençliği dışında itici bir güç kalmıyor.

Vedasını çoktan etmiş bir dönemin haftada belki bir gün okula uğrayan bir öğrencisi olarak artık liseden mezun olmuş sayılabilirim. Ancak bu benim gururla bir parçası olduğum cemiyetleri önemsememem için geçerli bir sebep değil. Son 5 yılda hissettiğim duygular, artık geride bırakılacak olmalarıyla beraber tek bir hatıraya birleşirken kafamı karıştırsa ve belki gözüme pesimist bir lens taksa da, inanıyorum ki sözünü ettiğim sorunlar gerçek. Hala fiziksel ve psikolojik şiddet, katı sınıfsal hiyerarşiler, önem verilmeyen düşünceler ve dışlanan öğrencilerle dolu elit eğitim kurumlarımızın alacağı çok yol var. Tabandan çürümüş bu yapının baştan aşağı, eğitimle ilgili gözüken ve gözükmeyen bütün etkenleriyle bir “şok terapisi” ile yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Şimdilikse bana, “söz meclisten dışarı” dediğimde bahsettiğim meclisteki kardeşlerime selam söylemek kalıyor.

3 thoughts on “TÜRKİYE’NİN (OLMAYAN) GELECEĞİ: SEÇKİN LİSELER”

  1. Hüseyin AVCI

    Sevgili Mehmet;
    Yazını okudum, anlamak için ise kendimi zorladım lakin pek bir şey anlayamadım.
    Türkçeyi kullanma konusunda biraz acemi olduğunu farkettim. Toplamda 5 paragraflık bir yazı oluşturmuşsun ama sadece son paragrafta başlığınla ilgili biraz detay açıklamışsın. Diğerleri genel, alakasız ve karmaşık yorumlar.
    Bu değerlendirmeyi buradan yapmayı daha uygun buldum, çünkü Linkedin’de herkese açık paylaşmam doğru olmazdı diye düşündüm.
    Yine de seni tebrik ediyorum. Her şey ilk adımla başlar, bunu blog yazılarını her ne pahasına olursa olsun paylaşmandan anlıyorum.
    Umarım gelecek sen ve senin gibi kıymetli gençlerimizin omuzlarında yükselecek.
    Uzmanlık alanlarımda her konuda yardımcı olmaya hazırım.
    Sevgiler.

    1. Hüseyin Bey,

      Blogumla uzun süredir ilgilenmemem sebebiyle size geç dönüş yapıyorum.

      Türkçe becerilerim hakkında yaptığınız yoruma katılmıyorum. Paragraflarımda sırasıyla yazıyı yazma nedenimi, öğrenci profilinin seçkinliğini, bu öğrencilerin bazı temel evrensel değerlere olan uzaklığını, yine bu öğrencilerin kişilik gelişimlerindeki bazı tatsız örüntüleri yazdım. Son paragrafımda ise konuları özetleyip iyi niyetlerimi belirttim. Gözlemlerim belki bu camia dışından kitleye daha çok hitap edecek şekilde yazılabilirdi.

  2. Hüseyin AVCI

    Bu arada, blog sayfası yazılarımı farklı ve yanlış bir şekilde aktardı. Bu senlik bir sorun değilmiş.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Scroll to Top